26 Ekim 2012 Cuma

‘Hayata Dönmek’ İstemiyoruz! – Akif Kara - toplumsol.org

“Yaşamak ne güzel şey Taranta Babu yaşamak ne güzel şey Anlayarak bir usta kitap gibi bir sevda şarkısı gibi duyup bir çocuk gibi şaşarak yaşamak Yaşamak, birer birer ve hep beraber ipekli bir kumaş dokur gibi Hep bir ağızdan sevinçli bir destan okur gibi yaşamak” Yukarıdaki şiir, İtalyan faşistleri tarafından kurşuna dizilen Habeşli gencin eşine söylediği bir şiir. Onun dediği gibi; yaşamak ayakta yapılması gereken bir iştir. Asla diz çökmemelidir insan. PKK ve PJAK tutsaklarının başlattığı açlık grevi sürüyor. Çeşitli cezaevlerinde, çeşitli siyasi davalardan yargılanan tutsaklarda “dayanışma” amacıyla “dönüşümlü” açlık grevi yapıyor. Son olarak TDP ve MLKP’li tutsaklar da açlık grevine katıldı. Açlık grevinde olanlar arasında milletvekilleri ve gazeteciler de bulunuyor. Mersin E tipi cezaevinde kalan 7 çocuk tutsakta açlık grevine başladı. Açlık grevine başlayanların tek kişilik dar hücrelerde tutulduğu ve bir çok talebinin cezaevi yönetimi tarafından engellendiği biliniyor. “Dışarıda” ise yaşanan sürece “duyarsız” kalmayan dostları, aileleri cezaevi önlerinde destek eylemleri ve dönüşümlü açlık grevleri yapıyor. Bu “destek” eylemleri ise polisin coplu, biber gazlı müdahalelerine rağmen inatla sürüyor. Hatta Bakırköy cezaevi önünde yapılan eyleme saldıran polis, yaşlı bir tutsak yakınının kolunu kırdı. Şimdiden bir çok tutsakta Wernicke Korsakoff hastalığının belirtileri görülmeye başlandı. Örneğin; 12 Eylül’den bu yana Diyarbakır E tipi cezaevinde “açlık grevinde” olan 11 kadın tutsağın sağlık durumları kötüye gidiyor. Baş dönmesi, halsizlik, eklem ağrıları, kusma, ses ve kokuya karşı aşırı hassasiyet gibi sağlık sorunları var. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise “yeni rejimde” devletin “ceberrut” yüzünün değişmediğini suratımıza bakarak anlatmaya devam ediyor: “Şu an Türkiye’de 680 civarında tutuklu ve hükümlü açık grevi yapıyor. Eylem başladığı günden bugüne kadar büyük bir titizlikle takip ediliyor. Olumsuz herhangi bir sonucun oluşmaması için her türlü tedbiri aldık.” Bu “tedbirler” ne diye sormadan edemiyor insan. Cevabını ise şöyle veriyor “adaletimizin” bakanı!: “Bu gün bu açlık grevi cezaevlerimizin şartlarına yönelik değil…Cezaevlerinde bulunan herkes devlete emanettir. ..” Devlete “emanet” edilen tutsakların başlarına ne geldiği gün gibi ortadadır. Metris Cezaevi’nde işkence ile katledilen Engin Çeber’i unuttuğumuzu mu zannediyor acaba? Bu ülkenin “yeni solcuları” ise darbelerle hesaplaşan, ceberrut askeri vesayeti “yerle yeksan” eden demokrasi havarisi AKP’nin gerçek yüzünü görmekten imtina etmeye devam ediyor. TV izlerken ya da gazete okurken aklıma “büyük direniş” geldi. Hani “özgür tutsakların” içerde ve dışarda “hücreleri” parçaladığı, 122 devrimcinin “şehit” düştüğü ölüm orucu süreci. Dışarıdaki aileler…Yoldaşlarını yanı başlarında kaybeden devrimciler…İnsan hayatını yok sayan devlet geleneği… Yeni rejim tartışmaları yaptığımız bugünlerde de eskisiyle yenisiyle rejimin, baskıcı-otoriter yanını hiçbir biçimde değiştirmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine katılanların talepleri ortada. Kürt tutsakların Kürtçe savunma hakkı ve Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılması. Her fırsatta “Kürt kardeşlerini” düşündüğünü ifade eden AKP’lilerin Kurban bayramı vesilesiyle “kardeşlerini” kurban etmesi kabul edilemez bir olgudur. İnsanım diyen herkesin bu sürecin müdahili olması ve taleplerin karşılanması için mücadele etmesi gerekir. Esad rejiminin “baskıcılığından” dem vuran Başbakan acaba kendi ülkesinde yaşananları görüyor ya da duyuyor mu? Cezaevlerinin “otel” gibi olduğunu belirten Sadullah Ergin yine o aynı cezaevlerinde uygulanan “yasaklar” konusunda bir bilgisi var mı? İster istemez aklıma geliyor, Hayata Dönüş Operasyonu! Devletin, taleplerini hiçe sayarak “hayata döndürdüğü” devrimci tutsakların bütün yaşadıklarına rağmen hala “direniş” sloganlarını haykırdıkları o görüntüler… Umarım bu sürecin sonunda aynı şeyler olmaz. Ama unutulmamalıdır ki bu ülkede hala devrimciler var!

3 Ekim 2012 Çarşamba

Yeni Rejim, AKP Kongresi ve Emekçiler – Akif Kara

http://www.toplumsol.org/yeni-rejim-akp-kongresi-ve-emekciler-akif-kara/ Başbakanın “ustalık” dönemi olarak ifade ettiği, yeni rejimin “kurulduğu” emarelerinin görüldüğü, içinde bulunduğumuz koşullarda, AKP iktidarı kongresini yaptı. Bu kongrenin hem yeni rejimin niteliği hem de “muhalefetin” hangi koşullarda, hangi taleplerle mücadele etmesi gerektiğinin ön okumalarının yapılması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. AKP kongresinden çıkartabileceğimiz sonuçlar salt devletin üst düzeyinde değişecek “koltuklarla” ilgili değildir. Küresel kapitalizmin yaşamakta olduğu krizin faturasının, AKP iktidarının da “oy deposu” haline gelen Türk ve Kürt emekçilerinin üzerine yıkılacağı gerçeği bizim bu kongreyi nasıl değerlendirmemiz gerektiğini de açıklamaktadır. Yeni rejimin sahiplerinin kendi iktidarlarını sağlama almak ve oligarşi içindeki çelişkileri en aza indirgemek için “tarihi” bir adım olarak gördükleri bu kongre, koalisyonun en önemli ortağı olan “cemaatin” de AKP içindeki gücünü arttırdığı bir zemin haline gelmiştir. Sermayenin önemli bir payını elinde tutan “kaplanlar” bu kongre ile birlikte önümüzdeki dönemde atağa kalkacaklar ve yarattıkları “mali yükü” emekçilerin üzerine yıkmakta herhangi bir beis görmeyeceklerdir. Elbette kongreyi tek başına değil, “ustalık” dönemi ile birlikte bütünlüklü değerlendirmek gerekir. Erdoğan’ın bu kongre ile birlikte “tabanına” gül dağıttığı gözlerden kaçmadı. Kullandığı “simgelerle” her kesime gülücük gönderirken en dikkat çekeni ise Barzani oldu. *** “Kongrede 7 sürpriz” başlığı ile medyada yer alan 63 maddelik listede Kürt sorununa yönelik maddeler dikkat çekti. Bu maddeler, mahkemede Kürtçe savunma, anadilde kamu hizmeti, kamuda Kürtçe tercüman, memurlara parti üyesi olma hakkı, asker-polise bağımsız denetim, kamuda ayrımcılık yasağı ve partilere kapatmanın kalkması olarak öne çıktı. ( Habertürk Gazetesi 1 Ekim 2012) Yine Irak Bölgesel Kürdistan Yönetimi temsilcisi olarak kongreye davet edilen ve davete icap eden Barzani’nin konuşması ve ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganları bu meselenin yeni dönemde nasıl çözüleceğini de ifade etmektedir. Barzani’nin konuşmasını Kürtçe yapmasını da es geçmemek gerek. Bütün bunlar olurken kongre öncesine kısaca bir göz atmakta fayda vardır. Abdullah Öcalan’ın çözüm için “tek” olduğunu söylemesi, PKK’li liderlerin demeçleri ve KCK temsilcisi Zübeyir Aydar’ın Cemil Çiçek’e cevabını birarada görmek gerekir. Bütün bu yaşananların üzerine sloganlarla salona giren Barzani’nin “çözümdeki” rolünü değerlendirmek AKP’nin “yeni dönem” politikasını daha iyi anlamamızı sağlar. *** Tayyip Erdoğan’ın “kurucu önder” misyonu ile kendini tariflediği bu “yeni rejimde”, AKP’de “devletin partisi” haline gelmiştir. Ya da en azından onlar böyle düşünüyor. Hiç bir muhalefet partisinin katılmadığı kongrede 2023 misyonu ile birlikte hareket edeceği açığa çıkan AKP’de, Tayyip Erdoğan “tek adam”lığını sağlama almış durumda. *** Yine ekonomik hedefler olarak açıklanan maddeler arasında ‘işsizlik yüzde 5′e indirilecek, yuva yıkan değil yapan kentsel dönüşüm sağlanacak, AB hedefinden şaşılmayacak, etkin ve aktif dış politikaya devam edilecek’ gibi tartışılması ve emekçilerin lehine ne anlama geldiğini açıklıkla ifade etmemiz gereken maddeler bulunuyor. Suriye meselesinde “bozguna uğrayan” AKP dış politikasının hala daha etkin ve aktif biçimde devam ettirileceğini söylemek kan ve gözyaşının bitmeyeceğidir. Bölgede güç olmak ve Hamas siyasi büro üyesi Halid Meşal’in ‘sadece Türk lider değilsin, artık İslam aleminin de bir liderisin’ söyleminde kendini bulan bakış açısı nedeniyle uzunca bir süre daha Türkiye ismi savaşla anılacak. Kentsel dönüşüm meselesi ise bir başka önemli boyutu gözler önüne sermektedir. Hem sermayeye ( anadolu kaplanları) yeni alanlar açmak hem de şehri “parçalayarak” yeni gettolar yaratmak için yürütülen bu projelerin bir kaç gün sonra başlayacak olması “yeni rejimde” yoksulun yeri olmadığını da anlamamıza yardımcı olmaktadır. *** AKP’nin “yeni rejimde” nasıl bir siyaset izleyeceğini ”geçmişin” izinde aramak gerekir. Buradan baktığımızda baskıcı, otoriter siyasetine devam edecektir. Küresel kapitalizmin krizi ile birlikte demokratik-sosyal hakların elimizden alınacağını daha önceden söylemiştik. Bu nedenle kongre sonrası bu “saldırıların” yoğunlaşacağını söylemek yanlış olmayacaktır. İktidar perspektifini yitirmemiş ve devrimci dönüşümü gerçekleştirmek için mücadele yürüten devrimcilerin bazı koşullarda taktiksel olarak reformsal talepleri öne sürmeleri yanlış bir tutum olmayacaktır. Programatik düzeyde ele alınmaması gereken bu talepler silsilesi, toplumsal muhalefet hareketlerinin de dinamizmini açığa çıkartacaktır.